''Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.'' diyen Sokrates'i hatırlayabilir miyiz birlikte? Hatırlayıp da ziyaret etmemek olmaz değil mi? Milattan önce 4. yy.da neyi bilmediğini bilen Sokrates ve 21. yy.ın kibri ve "ben oldumculuk"u ile her şeyi bildiğini düşünürken "düşünmeyi" bile kavram olarak tanımlayamayan biz... Sözde her konu hakkında bir fikrimiz ve fikrimizi söyleme cüretimiz var ancak fikirlerimizin sorgulanmasından hiç hoşlanmadığımız da bir gerçek. Üstelik kendimizi eksik de hissetmiyoruz asla.
Niye güvensiziz bu kadar sorgulama ve sorgulanma söz konusu olduğunda? Körü körüne kabullenmiş olmak mı yoksa bildiklerimizi temellendirememek mi tedirginliğimizin sebebi? Bir şeyleri bir yerden, birilerinden duyuyoruz, alıyoruz ve benimsiyoruz. Örgüden aklımızda bir şeyler uçup duruyor ancak olayla ilgili en ufak bir fikrimiz yok.
Uzun yıllardan beri özellikle ders verdiğim zamanlarda ne zaman soru sorsam karşımdakinden konunun içeriğine dönük olarak bir iki cümleyi belli belirsiz alabilirim. Örnek vermek gerekirse, ''Buraya kadar neler öğrendik?'' derim ve aldığım cevap ''Bütün balıklar canlıdır.'' olur. Bunu nerede anlatmıştım diye sorduğumda ise buz gibi bir sessizlikle kalakalırız. Sonuç ve tepki odaklıyız. Eğitim sistemimiz de sonuç odaklı, ailelerimiz de arkadaşlarımız da ve tüm tanımadıklarımız da. Kimse verdiği emeğin miktarıyla ilgilenmiyor ya da bir emek verilirken ortaya çıkan ruh halinin kırılganlıklarını sorgulamıyor. Etiket yapıştırmayı çok seviyoruz, örneğin: başarılı, başarısız, bayat, zengin, hasta... Ne yaşayıp da hayatın bizi başarıya ya da hastalığa sürüklediğiyle kimse ilgilenmiyor. Hasta olmuşsak bizi hasta eden sebepler değil de iyileşip iyileşmediğimiz merak konusu olarak orada öylece kalıyor. Hal böyle olunca eğitimde de hayatta da giriş gelişme atlanıp sonuca varılmak isteniyor. Çaba ve yorgunluk olmadan bilgi de olmuyor. Şüphesiz ki bir şeyler öğreniyoruz, biliyoruz fakat neyi bildiğimizi bilmeyince ne bildiğimizin de pek bir anlamı kalmıyor. Oysa ayrıştırarak öğrenme diye bir şey var. Bütünsel öğrenmenin içinde gruplayarak, parçalara ayırarak öğrenme ile zihnimizde bir çok bilgiyi kategorize edebiliriz. Bunu ilke edindiğimizde ise ezbercilikten kopup anlamanın yorumlamanın topraklarına ilk adımı atmış olur, kendimizi aşmaya başlarız.
Tüm bunları okuyup biraz olsun farkına vardıysan öğrenmeyi öğrenmeye hoş geldin. Çünkü öğrenmeyi öğrenmek dalgalı bir denizden çıkmaya çalışmak gibidir. Tam "Oh be işte oldu, kumsala çıkıyorum!" derken büyüğünden bir dalga gelir vurur ve sen başlangıç noktana yeniden dönmüş olursun. Tekrar emek vermen gerekir sanki hiç yol katetmemişçesine... Çünkü öğrendiğin şeye dikkatini yöneltmezsen zihnindeki bilgiler de senin dalgaların içinde oradan oraya savrulman gibi savrulur gider. Sen de "Ne de olsa oradalar." diye hep baştan başlamak zorunda kalırsın.
Eğer burası seçmek istemediğin ev, yürümek istemediğin yol ise yani sen kendinde bildiklerin ve bilmediklerinle yüzleşmekten, öz eleştiri yapmaktan tedirginlik duyuyorsan (ki bu çok normal) bildiklerimizi kategorize etmek bize inanılmaz bir bilinç ve farkındalıkla birlikte bir çok sorumluluk yükler ve bunun sorumluluğunu almaya herkes ikna olamaz. "Ben biliyorum, zaten çalışıyorum, sen yanlış yorumluyorsun!" demek daha kolaydır savunma mekanizmalarımız için. Bu kısır döngüyü minik bir farkındalığı yeşerterek büyütebilirsin. Aksi halde başarısızlıklarla yetinmeyi öğrenmelisin.
Çoğumuz henüz farkında olmamakla birlikte farkına varmaya bile açık değiliz bildiğimizi sandığımız şeyleri bilmediğimizin. Bizim en büyük sorunlarımızdan biri bilmediklerimizin peşine düşmek değil; bildiğimizi sandıklarımızla yetinmek, onları kendimize bir zırh gibi tutarak her türlü eleştiriyi, yorumu tehdit arz edercesine püskürtmek. Sebebi ise bildiğimizi sandıklarımız bizi yersiz bir özgüvenin içinde sürükleyip durur. Egomuzu tatmin eder, belki toplumsal statümüzü korur, kendimizi güvende hissetmemizi sağlar.
Neyi bildiğini ve neyi bilmediğini bilmek zahmetli iş sizin anlayacağınız herkesin tercih edebileceği bir süreç değil. Neyi bildiğinizi bilirseniz uğultunuz çok olur. Eee ne demişler? ''Uğultusu kafasında olana sessiz oda yok.''
Yorumlar